top of page
Yazarın fotoğrafıElçin Barlas

Uyarı! Tarihten Değil "Bizden" Bahsediyorum...


Nedir ki doğuş? Bir ilk, bir başlangıç değil mi aslında? Hani Lumière Biraderler (Lumière Kardeşler denir ama ben birader seviyorum)Edison'un kinetoskopunu geliştirdi de, adına "hareketli görüntü kaydı" anlamına gelen sinematograf dediler ya. Peşi sıra sinematografın içine öyküyü kattığı ve onun ateşlediği fitille, bugün bildiğimiz sinemayı başlattığı için Georges Méliès de babalarından sayılıyor ya sinemanın. Bu tarihi "doğuş" değil kastettiğim. Bendeki, sizdeki doğuşu...

1895'ten bu yana sayısız film çekildi, izlendi. Bazıları hasılat rekorları kırdı. Bunların yanında bir köşede unutulup giden, adı bile bilinmeyen veya çok az kişinin hatırladığı filmler de oldu. Ancak bugün, istisnasız, her birimizin kalbinde, aklında, hatırasında sinemanın doğuşunu, yani kendi içimizdeki doğuşunu gerçekleştiren, simgeleyen bir film var mutlaka. Üstelik şahane olan kısmı da söz konusu o filmin, belki de bizler daha doğmadan seneler seneler önce çekilmiş, izlenmiş, hayatlara bir şekilde tesir etmiş olmasıdır. Günün yaşam koşullarını bilmediğimiz, siyasetini arşivlerden öğrendiğimiz, giyim kuşamı bize uzak bir dönemde çekilen bir film... Aklımız erdiğinde, sinemanın bizdeki doğuşunu sağlayan kim bilir belki elli, belki yirmi yıllık bir film... Hüzün veren bir durum ama belki de bizi etkilemesine sebep, oyuncularının artık aramızda olmadığı bir film... Ne kadar da muazzam, değil mi?

Sinemanın bendeki doğuşu, Avşa Adası'nda başladı. Yedi ya da sekiz yaşındaydım yaz tatili için ailece adaya gittiğimizde. Hani bazı yerlerin, yöreye has büyük aile çay bahçeleri vardır, biz de onlardan birindeydik. Bizden birine mi bakınıyordum yoksa bir kedi, köpeğin peşinde mi dolanıyordum hiç hatırlamıyorum ama gezinirken birden gözüm bu tür çay bahçelerinin (en azından eskiden öyleydi) vazgeçilmezi olan televizyona takıldı. Bahçede oturanlara tepeden bakan epey yüksek bir platformun üzerine konulmuş televizyonda, "Küçük Hanımın Şoförü" oynuyordu. Ekranda da Ayhan Işık (ki kendisi ilk aşkım olur) ve Belgin Doruk. Yakın plan kadrajda, yüzleri kameraya dönük, önde Belgin Doruk arkasında Ayhan Işık bir diyalog içindeler ve Ayhan Işık otuz iki diş gülümsüyor. Elbette ki etrafta konuşanların çıkardığı gürültüden ne söyledikleri duyulmuyor. Zaten duymasam da mühim değil, o büyü beni çoktan etkisi altına almıştı bile.Fotoğraf karesi misali mıhlanmıştır bu görüntü hafızama... Hipnotize olmuş gibi baktığımı çok net hatırlıyorum. Neden bilmem, aklımdan şu geçmişti; "Bir gün ben de orada olacağım." Sebep?.. Hiçbir fikrim yok… Yani yedi sekiz yaşındaki bir çocuk "ora"nın neresi olduğunu ne bilsin? Bilmediği bir yerle ilgili neden "orada" olmayı istesin? Sonuçta ekranı ilk kez görmüş değildim. O güne dek sayısız çizgi film izlemişliğim de vardı, çocuk programı da. Ama "Küçük Hanımın Şoförü"nden önce aklımdan böyle bir düşünce geçmişliği yoktu. Neden o film, ille de o film? İşte sonradan anladım ki o film sinemanın bendeki doğuşuydu. Evet, hayat karşıma bambaşka yollar çıkardı, şimdi "orada!" değilim ve geldiğim noktadan da son derece memnunum ama "Küçük Hanımın Şoförü"nün bende bir etki bıraktığı gerçeği değişmedi. Dahası, sinemanın bendeki doğuşunu sağlayan o film, hafızama kazınan anıları da beraberinde getirdi. Filme ne zaman bir yerde denk gelsem ya da açıp izlesem, o çay bahçesinde burnuma dolan deniz kokusu da gelir aklıma, adaya gidip dönerken ilk kez o zaman gördüğüm denizanaları da, gemide ikram edilen kokteyllerin üzerine iliştirilen küçük renkli şemsiyeler de...

Peki siz, hiç düşündünüz mü sinema "sizde" hangi filmle doğdu?

Comments


bottom of page