top of page

Kendi sesini bulmak…



Her yazarın kendine ait bir üslubu var deriz, karakterlerin de kendine ait bir sesi. Yazarın imzasını duyarız, isterse bir şiire döksün içini, isterse bir romana yaysın cümlelerini, isterse de öyküsünde duyursun çığlıklarını. Karakterleri de ne kadar dönüşürse dönüşsün, içinden yükselen bir haykırışta, o tanıdık sesi duyarız.


Sabahattin Ali deyince Kürk Mantolu Madonna'nın mavi kapağı gelir gözlerimizin önüne; Raif Efendi’nin naif sesini duyarız. O incecik roman, büyük bir sorumluluk yükler omuzlarımıza.


Peki ya ses deyince?..


İnsanları ve yaşadıkları mekân ilişkisini tüm gerçekliğiyle yansıtan yazarın, bir Anadolu gencinin nereye giderse gitsin yurtsuz olma halini dile getirdiği Ses öyküsü, içimizi sızlatır. Hele de uzaklık hissinin tüm benliğini kapladığı bir mekânda, “Ben o odada bir türlü sesimi bulamadım,” diyen Ali karakteri, müthiş bir teknikle anlatıcının gözünden aktarılırken yücelir de yücelir gözümüzde.


Bir kez okundu mu bu öykü, ne zaman Ses dense, Ali’nin yabancı hissettiği o odada, duymak için can attığımız o dizeler gelir kulağımıza:


Döndüm daldan kopan kuru yaprağa

Seher yeli, dağıt beni, kır beni;

Götür tozlarımı burdan uzağa

Yarin çıplak ayağına sür beni…

bottom of page